|
"Kerküklü Ömer" Hikayesi ve Urfa Müzik Kültürü Derleme Bantları
![]() 30 Kasım 2025 Pazar Saat 16:30
![]() Değerli Dostum, Öğretmen, Ressam, Şair, Bestekar ve Yazar Fuat Kürkçüoğlu’nun “Çapıt top”, “Urfa Uray Oteli”, “Urfalı Damat Bursalı Gelin”, “Çiğköfte tadında Şiirler ve Türküler” gibi Urfa kültürü içeren kitapları ile tanıyorsunuz. Fuat Kürkçüoğlu Halil Binbaşıoğlu’nun yayınladığı bir video banta konuşan Halil İşçi’yi dinleyerek yazdığı “Kerküklü Ömer” hikayesini, Değerli araştırmacı Şair Bekir Urfalı’nın facebook paylaşımından okudum. Her ikisinde de çok teşekkür ederim. Hikayenin bir de derleme hikayesi var onu da ben size anlatayım. Kerküklü Ömer hikayesi nasıl ve nerede derlendi: Yiğit, güçlü, zenginden alıp fakirlere dağıtan, haksızlığa uğrayanların hakkını savunan, öldürüldüğünde üzerine türkü yakılan bir halk kahramanı "Urfalı Nezif" in hayatı hikayesi ile ilgili 1990’lı yıllardan başlamak üzere pek çok araştırma ve derleme yaptım. Bu konu için Nezif'in kız kardeşi, yeğenleri ve çeşitli kişilerle görüşerek derlemeler yaptım, video kayıtlarına aldım. Bantların bir kısmı 90’lı yıllarda Şanlıurfa Televizyonunda yayınlandı. Bu görüşmelerden elde ettiğim bilgileri yazıya geçirip "Urfalı Nezif" başlığı ile dergilerde yayınladım. Bu dokümanları TRT'ye gönderdim daha sonraki yıllarda "Urfalı Robin Hood" olarak TRT belgesel çalışması yaptı. Bu belgesel de ben ve yeğenleri Urfalı Nezif'in hayatını anlattık. Mustafa Savaş'da, Nezif'in öldürülmesi üzerine yakılan "Yaylalar içinde Erzurum yayla" diye başlayan ve içinde "Nezif’i vurmuşlar ağlasın Urfa" mısraları olan türküyü okudu. Urfalı Nezif İle ilgili yazılarımı televizyon dizisi veya sinema filmi yapılsın diye pek çok yapımcı ve yönetmene gönderdim. (Bu konuda henüz bir gelişme olmadı fakat Urfa’nın Düşman işgalinde yaraları olan Urfalı Nezif’in maceralı hayatı çok güzel bir dizi film veya bir sinema filmi olabilir) Halil İşçi, Bacanağım Rahmetli Nihat İşçi’nin dedesidir. İşçi ailesinin Karaköprü ’de çok güzel bir bağı vardı. Fıstık ağaçlarının ortasında yapılan bağ evinde havuz, havuzun etrafında türlü türlü güller, ötüşen bülbüller vardı. 1990’lı yıllarda Biz de ailece zaman zaman Bağ’a giderdik. Bir gidişimizde yaklaşık seksen yaşlarında olan Halil İşçi ile eski Urfa üzerinde sohbet ettik Sohbet sırasında Urfalı Nezif ile ilgili bilgisi olduğunu anladım. Kendisi rica ettim bu bilgileri kayda alalım dedim. Kabul etti. Kültür ve müzik konularına meraklı ve video kamerası olan, birçok kişi ile birlikte derleme yaptığımız Değerli dostum Halil Binbaşı oğluna haber ettim. Ben ve Halil Binbaşıoğlu, Halil İşçi ile Halipli Bahçe’deki Sakıb'ın Köşkü’nde buluştuk. Urfa kültürünü bilen ve Urfa ağzı ile çok güzel konuşan Halil İşçi’ye, Urfalı Nezif ve Urfa kültürü üzerine sorular sorduk. Halil Binbaşıoğlu kamerası ile kaydetti. Halil Binbaşıoğlu bu video kaydının Kerküklü Ömer’in hikayesinin anlatıldığı kısmını daha sonra YouTube kanalında yayınlandı. Gerçekte yaşanan Kerküklü Ömer hikayesi ders alınacak manidar bir hikayedir. Edebi olarak Hikaye olmadan öte, bir şehrin kültürünün izlerinin yer aldığı bir olaydır. Halil Binbaşıoğlu' yayınladığı video banttan dinleyen ve yazıya geçen Değerli dostum Fuat Kürkçüoğlu'na çok teşekkür ederim. Urfa Kültürü ve Müziği ile ilgili derleme bantları Arşivimde, 1980'li yıllardan itibaren, Sabri Kürkçüoğlu ve Osman Güzelgöz başta olmak üzere bir gurup arkadaşımla birlikte Urfa kültürü ve müziği üzerine yaptığımız pek çok derleme kaseti ve video bant var. Müzik meraklılarından temin ettiğim, 1960’lı yıllardan itibaren Urfa müzik meclislerinde kaydedilmiş müzik ustalarının sesinin olduğu ikibin adedin üzerinde kaset ve kasnak bant var. 2006 yılında Urfa’dan Ankara’ya taşındım. Yaklaşık 20 seneden beri Ankara’da ikamet ediyorum, Mali Müşavir, Bağımsız Denetçi ve Yatırım Teşvik Müşaviriyim, Türkiye’nin çeşitli illerinde pek çok Sanayi, Turizm, Eğitim ve Enerji firmanın işlemlerini yürütmekteyim. Bu nedenle mesleki çalışmalarım zamanımın büyük bir kısmını alıyor. Çok seviyor olsam da kendi arşivimdeki ses ve görüntü kayıtlarını dijitale çevirecek zaman ve imkan bulamıyorum. Benim dışımda da birkaç meraklının arşivinde dijitale çevrilmeyi ve halka sunulmayı bekleyen Urfa müzik kültürü ile ilgili binlerce ses kaydı ve görüntü kaydı var. Şahsım olarak, elimdeki bantları dijitale aktarmak ve yayınlanmasını temin etmek amacıyla herhangi bir bedel talep etmeden, bağışlamak istedim, Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane, TRT ve Harran Üniversitesi gibi kurumlara girişimim oldu, fakat bir netice alamadım. Bantların dijitale aktarımı zaman alan, yorucu ve meşakkatli bir iş. Karşılığında maddi bir menfaat ve alkış da yoktur. Bu nedenle somut olmayan kültürün değerini bilen, korumak ve gelecek nesillere aktarmak düşüncesi ve çabası içinde olanlar tarafından yapılacak bir iştir. Böyle birilerini ne yazık ki bugüne kadar bulamadım. Arşivimdeki bantları arşivine alacak, dijitale çevirecek ve halkla paylaşacak, Kültür Bakanlığı, Valilik, Belediye, Üniversite, TRT, UNESCO gibi bir kurumun beni aramasını konuya sahip çıkmasını bekliyorum. Konuyu ciddi olarak değerlendirmek isteyenlere her türlü yardıma hazırım. Ben ve benim gibi birkaç arşivcinin elinde bulunan ses ve görüntü bantları, Urfa kültürü ve bilhassa müziği ile somut olmayan kültürel mirastır. Ses ve video bantlar dijitale aktarılmaz ise zaman içinde kaybolacak, bozulacak, yok olacaktır. Kültürel mirasımıza sahip çıkacak kurum ilgililerini arıyorum, ilgililer aşağıdaki iletişim bilgilerimden beni arayabilir. Saygılarımla. Abuzer Akbıyık 0.532.2314585 abuzerakbiyik@hotmail.com
“Kerküklü Ömer “Efendim, vaktiyle Urfa’da, Ejder, Kerküklü Ömer, Hacı Hammadé gibi o zamanın kabadayıları, ya da (hırsızları) varmış. Bunlar bir gün kafalarına koydukları bir eve inmek (girmek) istemişler. Fakat bu eve de girmek pekte kolay değilmiş. Mesela Yemen Askeri’nin evi gibi, muhkem bir yapısı varmış. Bu ev, yüksek duvarlarla çevriliymiş, yani anlayacağınız kale gibi bir evmiş. Bu hırsızlar önce istihbarat toplamak için içlerinden birini görevlendirmişler. Bu istihbaratçı gidip, soyulacak evin, hanımının ismini, kimlerle konuştuğunu, konu komşusunu, akrabalarını öğrenecek, ayrıca bir de kocasının, ne zaman sıraya gittiği istihbaratını da alıp gelecek. Neyse, bilgiler toplanıyor. Bunlar toplam dört kişi. Kalkıyorlar, evin beyinin sıraya gittiği bir gecede, Kadın kılığına girip ehramları da giyerek ellerinde bir fenerle gelip kapıyı çalıyorlar. Malum o devirde zenginlerin sokak kapıları, çifte sürgülü, çifte firengili, kale kapısı gibi. Neyse bunlar kapıyı çalıyorlar. Kadın kapının arkasından “Kimsiniz?” diye sorunca, hırsızlardan biri sesini incelterek “Biziz, falancayız!” Diye cevap veriyor. Kadın bakıyor ki bu gelenler, tanıdıkları, yani bir ahbapları. Kadın, kapının sürgüsünü, firengisini, zoğnağını, moğnağını, kilidini açıyor ve gelenleri içeri buyur ediyor. Yüzlerini net olarak seçemediği, misafir diye bildiği kişileri, karanlık avludan geçirip, oturma odasına buyur ediyor. Tekrar geri dönüp, kapının sürgüsünü, firengisini vuruyor. Dönüp misafirlerini ağırlayıp, buyur ettiği odaya giriyor. Giriyor girmesine amma gedemeçte donup kalıyor. Kadıncağız bir girdabın içine düştüğünü anlıyor. Durumu kavramaya çalışırken, hısızlardan biri, yüzü açık, başında ise sadece yaşmağı olan evin kadınına, sırtındaki ehramı fırlatıp “Al bunu başına ört!” Diyor. Kadın, o an şoka girmiş bir durumda. Bakıyor ki, büyük bir musibet ve felaketle karşı karşıya. İçinden (Bunlar ya hırsız, ya namusuz, şimdi ben nasıl yapacağım) diye geçirmeye başlar. O an içlerinden birisinin “Bak bacım biz hırsızız, korkma! Alacağımızı alıp gideceğiz” sözleri, azıcık ta olsa, kadının yüreğine su serper. Kadın, Allah’a sığınıp köşeye oturur. O sırada, kadıncağızın odada bulunan on, on iki yaşlarındaki oğlu ise, korkudan tir tir titriyordu. Zavallıcık ise anasının dizinin önüne çökmüştü. İkisi birden olacakları izlemeye başladılar. Ejder isimli hırsız elinde pala ile avluda, öteki damda, bir diğeri ise mavzerle, sokak kapısının ardında beklemeye başladılar. Odada bulunan Kerküklü Ömer ise, içerdeki kıymetli halıları, bendeke şeklinde toparlayıp bir denk yaptı. Kerküklü Ömer çok güçlüydü. Bendekeye bir de ilmek attı. Kolunu geçirdi, yere iyice oturdu. Deve misali, silkinip ayağa kalkmak istedi. Başaramadı. Zorlandığını fark eden kadın, oğluna; “Yavrum kalk, DAYINA yardım et” deyince Kerküklü Ömer’in yüzü bir anda ateş gibi kızardı. Bir kadına, birde çocuğa baktı. Kolunu ilmekten kurtarıp ayağa kalktı. Dışarıdan, kendisini izlemekte olan arkadaşı Ejder, ona “Ne oldu Ömer? Niçin kaldırmadın?” diye sorunca, Ömer aynen şu cevabı verdi; “Belim kırıldı Ejder! İşitmedin mi? Kadın bana kardeşlik teklif etti.” Deyince, Ejder de ona “Ula Kerküklü! Ben kadının ne dediğini duydum! Eğer ki sen, o bendekeyi sırtlayıp avluya çıksaydın, Vallahi, aha bu palayla boynunu vuracaktım!” Kerküklü Ömer yaşadıklarından sonra, kadına dönüp mahcup bir edayla “Sen artık bizim, dünya ahret bacımızsın! Bundan böyle de, kapınızı açık bıraksanız bile, malınız, namusunuz bizden sorulur. Eniştemize de selam söyle, sana da bu olaydan dolayı haksız yere bir muamelede bulunmasın. Hadi bize eyvallah!” deyip arkadaşları ile birlikte hemen evi terk ettiler. Gece yarısı evine dönen kadının kocası, evde ki dağınıklıktan, hanımının ve oğlunun vaziyetinden, evde nahoş bir durumun yaşandığını fark eder. Kadıncağız tuhaf haller içersindedir. Heyecanla hanımına sorar “Hayır ola? Nedir bu hal? Ne oldu? Hırsız mı geldi? Kadıncağız ürkek ve titrek bir sesle “He ya! Hırsız geldi” Diyerek olan biteni kocasına anlatmaya başlar. Eşini öfke ve şüpheyle dinleyen adam, peki demiş, “İsim vermediler mi? Kendi aralarında konuşurken birbirlerine nasıl hitap ediyorlardı? Deyince kadın,” Dört kişiydiler. Ne bileyim işte biri öbürüne Kerküklü, öteki de ona Ejder diye hitap edip duruyordu.” Tabi adam bu isimlerden gelenlerin kim olduğunu teşhis ediyor. O gece adamcağızı haklı olarak bir türlü uyku tutmuyor. Kafasında bin bir soru. Acaba neler oldu? Benim namusuma helal geldi mi? gelmedi mi? Diye gece boyu düşünüp duruyor. Sabaha kadar şeytanla adeta yatağını paylaşıyor. Neyse adam sabah olunca, silahlandı. Evden çıktı. Kerküklü Ömer’in dükkâna doğru adımlarını sıklaştırdı. Kerküklünün dükkânı Köroğlu Kahvesi’nin arkasındaki sokaktaydı. Kerküklü işe erken başlamış, yabalara ham deri çekmekle meşguldü. Kadının kocası, dün geceye oranla biraz sakinleşmiş, yanlış bir iş yapmayayım diye de evden çıkarken kendini şartlandırmıştı. Önce, olanı biteni Kerküklünün ağzından da dinlemek istiyordu. Adamın, dükkânına doğru geldiğini fark eden Kerküklü Ömer, hemen ayağa kalkıp “O enişte sen buralardan hiç geçmezdin hele gel bi otur! Kahvemizi iç.” Deyince, adam oturur. Kerküklü Ömer der ki ;”Kardeş sen hiç konuşma. Ben sana anlatayım. Buraya ne için geldiğini ben biliyorum. Vallahi, Billahi Tallahi, namusundan şüphelenme. Hal vaziyet böyle böyle. Bundan böyle o bizim bacımızdır. Sen de bizim kardeşimizsin. Bu andan itibaren, istemez misin bu memlekette dört tane kayınbiraderin olsun.” Buna karşılık kadının kocası “Ben nasıl böyle bir şeyi istemem” Deyince birbirlerine sarılırlar. Neticede o adam mutlu bir şekilde oradan ayrılır.” Rahmetli Halil İşçi anlatmaya devam ediyor. Ve diyor ki; (Ben Kerküklünün oğluyla yıllarca arkadaşlık ettim. Bana derdi ki; O kadın var ya o kadın, yaşı yetmişe, seksene dayanmıştı, babamda doksana yakındı. Olayın üzerinden yirmi beş otuz yıl geçmiş olmasına rağmen, Bazen rast gelirdim, o kadın gelir, babama; “Ömer kardaş nasılsan? Babamda ona “O bacım senmısen, sen nasılsan?” diyerek, ağlaşıp, söyleşip birbirlerinin halini hatırını sorurlardı.) Ve Halil Amca ekliyor; “İşte o zamanın hırsızı, eşkıyası dahi böyleydi,” diyor
Fuat Kürkçüoğlu” |